o şarkı nasıl söylenir
ki anlatacak senin yokluğunu
teslimiyetin zaferi hangi bayrağa yaraşır
kurur içimde bir sen
sarı bir yaprak olur düşer
dahil ettin işte kendini
içimin uçurumlarında kaybettiklerime
infaz nasıl bir mahkûma yakışmazsa
deniz dalgasında öyle durulmaz…
içimden hangi papatya yolundu
yokluğun bir gece uykuma sokuldu
zaten bu şehir de çürümeye başladı
çöp toplayanlar artarmış gitgide
martılar denizden çok, çöplükleri
yuva etmiş kendine
o şiir nasıl okunur
ki atmıştı leşimi bir çöplüğe
bayraklarımı yakıyorum tek tek
yanık kokusu çocukluğum
ömür sancıma iyi gelmişti gözlerin
derin dipsiz yalnızlığımdan
sorgu sual karanlığımdan
çektin çıkardın kendini
seni özgürleştiren beni pusulasız bırakan
bir gemi yolculuğuna benzedi bu ayrılık
boğmam seni içimdeki sorguya
hadi uç kendi göğünde uzaklaş
konuşuruz seni çöplüğümdeki martıyla
zaten bu şehir de çürümeye başladı
çöp toplayanlar artarmış gitgide
martılar denizden çok, çöplükleri
yuva etmiş kendine
ölülerden şarkı dinleyenin vapur öncesi baladı - ulaş nikbay
Güneşin gökyüzüne attığı tokattı mavideki kızıllıklar.
Sisler içinde bir gökyüzü kendisine biçilen renklerle sevişti.
Saat derinlerde bir yerlerdeydi. Kent kendi tangosunda.
Kadınları erkeklerle, erkekleri kadınlarla, yalnızları kendileriyle…
Hep bir şeyleri birleştiren, hep bir yerlere götüren şey bizi.
Anın anı olma kaygısı, tedirginliği ve böylece dolup duran
boşluklarımız bizim. Bizim boşluklarımız. Yalnızlık…
Çoklaşıp yoklaşmanın sığ izi, yoklaşıp çoklaşanın derin izine
karışır bizim buralarda. Sahi buralar da bizim miydi?
Kaldırdım başımı. Gökyüzü bana baktı
sisli sisli şiirini okudu:
“Bak ne iyi ettim
Güneşin renklerini sildim.”
Vapurum gelmedi. Saat derinlerde bir yerlerde yine.
Bu elimdeki sevimsiz kitabı da kim tutuşturdu elime?
“Yaşayan seslerle titreşen yüreğin
Ölü adamların şarkılarını da dinlesin.”
Akşam gitgide düşüyor yeryüzüne.
Bu yağmur bana mı yağıyor? Şu koşanlar bana mı koşuyor?
Benden mi koşuyor? Kendime baktım
sisli sisli kendime okudum:
“Ah gidenlerim
Sevgili gidenlerim benim.”
Vapurum geldi. Ey kendim! Sen de koş benden.
En son vapura binensin. Birisin yani.
Otur yağmuru görebileceğin bir yere. Cam kenarına.
Kara kitabını açar okursun.
“Yaşayan seslerle titreşen yüreğin
Ölü adamların şarkılarını da dinlesin.”
Saat derinlerde bir yerlerde yine.
Sen de öyle. Birisin yani.
haklısın. zor. - ulaş nikbay
“uzun süren kekemeliğime”
sis kapıma dayandı. camlarda kendimi arıyorum.
amansız çabam. eli boğazında bir akşam. sen bile…
sen bile kırık camsın bu akşam etime saplanan.
hayat bu. bir ileri iki geri. bilmeceyi kim çözmeli.
sevgilim. kalbimin kıyameti. bırak kalsın bende.
bırak kalsın bende. vurduğun kuşların iskeletleri.
yine de hayat bu. camlarda seni arıyorum. nerdesin…
sığ rüyalar -
ak gömlek uykusunda sığ rüyalar
kapılar ah o kapılar hep kapılar
şehirler dizilir set çeker gelişine
dilim ah kanar dilim şiirlerime
kıyıdan ellerimi daldırsam suya
kopar ah elim kopar başka kıyıya
şiirsin ah hoş gelenim boş gidenim
ahlar içindeyim ah sensiz neyleyim
gülüşlerinin sonbaharında ağlardım
kayıp coğrafyasında
dolaşırdım şiir ülkesinin
her şey bir başkaydı
gözyaşlarım papatya
sesim yitik bir ülkede kaybolmuştu oysa
ve papatyalar akardı gözlerimden
ağlardım
sonbahar kirli sakallı bir ihtiyardı
mevsimin sarı yeleli sırnaşık rüzgârı
diş bilerdi o en güzel dünyaya
tomurcuktaki yaprağa
mevsimler taşırdım
uzun yolculuklardan
şiirimin kayıp coğrafyasından
papatyalar akardı gözlerimden
gülüşlerinin sonbaharında ağlardım
bulutlar arardım arınacak
yıldızlarımı alırlardı
kaybolurdum
kirliydi hep yağmurlar
gülüşlerinin sonbaharı bir şemsiyeydi
sığınır ağlardım
her martı bir uçuştur
her martı bir uçuştur katlanmış denizi göğe asmaya
yorulmuş ömür kanatlarının nakışıdır yolculuk
engin mavinin dingin konukluğunda
taşımasından mı dilimizdeki yara
geçmişten sözcükleri gelecek kuyusuna
nergisleri köksüz öksüz ağıttan dileğe sığınmak
bilmem şiiri böyle mi tanımlasak
nokta kadarız sonsuz evrende küçük
ikimizi toplasak iki noktanın devamı
belleğimden süzdüğüm her sözcük
her martı bir uçuştur yine de
beş beden büyük kanatlarla
katlanmış denizi göğe asmaya
bu şiirler içimin müsveddeleri
hangi güneşi kararttık biz
hangi bataklığı kuruttuk
hangi anahtar kilidi
ve hangi balkon ölümü!
bu şiirler içimin müsveddeleri
karbon kâğıtlarıyla sendeki izdüşümleri
ve imge imge ölüyorum, gör beni…
bak! bu nehirlerin nereye akacağı belli
çünkü bir balkon sanrısında her şey…
bak! tüm alkışları size ömrümün
ne güzel oynuyorsunuz
içimin müsveddeleri
sırılsıklam oldum
daha yeni kuruyorum aşkına
bir yokuştan indim
bu ikinci yağmur!
ayaklarım çamur içinde
yine yağmurun esiriyim
şiire çekiyorum içimi
bu kaçıncı yağmur
bu kaçıncı ıslanış!
hangi merdivenleri indik biz
hangi denizde boğulduk
hangi anahtar ölümü
ve hangi balkon kilidi!
bu şiirler içimin müsveddeleri
karbon kâğıtlarıyla sendeki izdüşümleri
ve imge imge ölüyorum, gör beni…
bak! nasıl imkânsızım yine
biletsiz bir yolculukta boğuldum…
bak! ne güzel boğuldum
bari kuliste tanışın
içimin müsveddeleri
ne kadar sığdınız
ne kadar taştınız
hiç bilmeyeceksiniz
yaz günü üşüyecek
üşürken terleyeceksiniz
şiire çekiyorum içimi
bu kaçıncı infaz
bu kaçıncı gidiş!
hangi sorguları sorguladık biz
hangi cevapları tükettik
hangi balkon anahtarı
ve hangi ölüm kilidi!
içimdeki çocuk içinizdeki nehirlere işeyecek!
ah! siz bilmeyeceksiniz
Teoman çalacak kasetçalar:
“tuttuğum balıkları denize attım”
içimden bir şeyler çalınacak dinlerken
ve siz hiç bilmeyeceksiniz
içimdeki çocuğun sidikli düşlerini
yürüyüş
çığlıklara ulaşır sesim boş bir sokakta yankılanıp
seninle de dolaşmıştık bu sokağı
bir çocuk gülüşünün masumiyetiyle
hiç çekinmezdik o adımları atmaya
gizil bir paylaşımdan alırdık cesaretimizi
sokaklara çıkardık, sesimiz çığlıklara ulaşırdı
çoğalırdık…
aynı sokakta sensiz yürüdüm bu sefer
öyle çok oldum ki öyle çok!
bir çoğul yalnızlık yaşadım, paylaşamadım
senden uzakta, okyanusta bir kara parçasıydım
durmaksızın vurdu kıyılarıma hasretin
bu şehir yalımda bir damla su
bu şehir sensiz
“ay” diye hayranlıkla izlediğimiz gecenin avuntusu
cam kırığı kaldırımlar ve sokak lambaları sırdaşım
dilime dolamışım umarsız küfürleri
sensiz bir kenti küfre tutuyorum
her seferinde yıkımlara adım atmışım
her adımın karşılığını kaçamak bir bakışla alıyorum
savruk adımlı çoğul yalnızlıklardan
bu gök, bu gece, bu boş sokak ve bu yanılgı
bana bir şeyler unutturmak istiyor
çiçekler takıyor saçlarına gecenin
hüznün karartılarını bana sunuyor
nafile çabasında bir matem siyahı
“parasız yatılı hüzünler” demişti bir şair
nasıl da karşılıyor hayatı onun söyledikleri
daldan düşen bir yaprağın sararacağı öyle kesin ki…
daldan düşen bir yaprağım ufacık bir üflemede
bir ölü gibi yatarım dar bir sokakta
geçip gidersiniz yanımdan, kanıksanmıştır ölüm
bir çınar tepesi düşlemiştim oysa ben
faili meçhul demeyin bana, asla olmadım
çığlıklara ulaştı sesim ve çoğaldım
uçurum kıyısı anılardır düşen yaprağın faili
iki ayrıksı dünyaydı birbirine yaslanan
eski bir albümün sararmış yaprağında
iki ayrıksı dünyanın fotoğrafıydı geriye kalan
beyaz bir duvar ve onun kirli yüzeyi…
bense başımı bir duvara yaslamışım
sensiz bir kenti küfre tutuyorum
neyi tanımam gerekir sevgiden başka
sorumun karşılığını verin bana
sabah yeli gibi okşamışım güvercin kanatlarını
bir çiçeği koklamışım, güneşi içmişim
ellerini tutmuşum
bölüşmüşüm çığlıklardan geriye kalan
çoğul yalnızlıklarımı…
aydınlık ve uzun bir yoldayım işte
hep gülüşünü istiyorum ışığında ömrümün
ortasındayım hayat denen karmaşanın…
ve tedirginim ayrılığına yüzündeki tebessümün
şimdi sen bir gök çizmelisin bana
sınırsıza hazır ve güneşe gebe…
ve onunla atılan her adımdı yüzümdeki tebessüm
rüzgârsız kalakalmış okyanusun ortasında bir tekne
sonra doldurmuş yelkenliyi tüm soluğuyla
daha hızlı, daha hızlıcasına
ışımış gözlerinde mavinin bitmek bilmez gizemi
sonra mısralar dizilmiş yeniden türkü tadında
şiir tadında yaşanmış tüm özlemler
oysa eskimişti yüreğimde bir şeyler
tarifi zor, tarifi imkânsız yalnızlığım!
tut ellerimi üşürüm yoksa sensizliğe…
bilirsin sen de zaman zindanında geçenleri
dipsiz bir kuyudasındır işte, hep kazanır
hep sıfırsındır sen, zaman kazanır
zaman kazanır…
tüm bu anlamsızlığın içinde öyle zor ki
şiirlerin hâlâ mavi kalmasını istemek…
direnmek inadına zamanın karanlık zindanında
tarifi zor, tarifi imkânsız
ve seni görmek yansısında mavinin
geçip gidene inadımsın benim, anlaşılmazlığım
belki yanmışlığım, belki küllenmişliğim
şimdi gömülmek istiyorum içime
ve senin hayalinle tutuşturduğum bu ateşten
bu gök mavisi geceden yeniden varolmak istiyorum
haçlarına gerilmek istiyorum sensizliğin
özleminle çivilenmek istiyorum çarmıhına tutkunun
içimdeki kocaman boşluğa titredim şimdi
tut ellerimi üşürüm yoksa sensizliğe…
“uzun süren kekemeliğime”
eyvallah....